Atama Yama (Dağ Kafa): Ödül Toplamış Bir Garip Kısa Film

Atama Yama, yani Dağ Kafa (Mt. Head), Koji Yamamura’nın kurduğu Yamamura Animation tarafından üretilmiş el çizimi bir kısa filmdir. Yönetmenliğini yine Koji Yamamura’nın üstlendiği yaklaşık on dakikalık bu film, pek çok adaylığa, onorasyona ve ödüle sahiptir. Film, 2011’deki Cannes Film Festivali’nde gösterilmiştir. 2003 Oscarlarında Animasyon Kısa Film kategorisinde aday olmuştur. Annecy Uluslararası Animasyon Film Festivali’nin Kısa Film kategorisinde 2003 kazananı ve 6. Japonya Medya Sanatları Festivali’nin Mükemmellik Ödülü kazananı olmuştur. Ödülleri ve adaylıklarının tam listesi aşağıdadır.

Awards: 75th Academy Awards 2003 Oscar® Nomination Short Film (Animated):
The Academy of Motion Picture Arts and Sciences
Grand Prix (The Annecy Cristal): ANNECY 2003
Grand Prix: 16th World Festival of Animated Film in Zagreb
Grand Prix: 10th Hiroshima International Animation Festival
Grand Prix(BEST ANIMATED FILM International Competition)
MEDIAWAVE 2003
Grand Prix (1.Prize International Competition Animated Film): 15th Filmfest Dresden
The “RICA” Grand Prix for best animated short film: Rencontres Internationales du Cinéma d’Animation de Wissembourg
Best Film Animation: FESTIVAL INTERNACIONAL DE FILMETS DE BADALONA
Best Short Animated Film
The 2nd Annual International festival of animated films AniFest 2003 Trebon
Auszeichnung Computeranimation /Visual Effects
Ars Electronica Festival
Silver Dove: 46th International Leipzig Festival for Documentary and Animated Film
Silver Jaberrwocky: ETIUDA&ANIMA 2005
2nd PRIZE: Festival Internazionale Cinema d’Animazione e Fumetto 2004
Special Jury Award: CHIAVARI INTERNATIONAL ANIMATED FILM FESTIVAL
Special Jury Prize: 8th I CASTELLI ANIMATI
Special Jury Prix: the International Animated Film Festival in Vilnius
Excellence Prize: 6th Agency for Cultural Affairs Media Arts Festival, 2002
Excellence Prize: Interfilm 19 short film festival Belrin
Guilty Pleasures from each member of the jury (from Konstantin Bronzit): Holland Animation Film Festival
BestAnimation selected by the Jury: Kinofilm 8th Manchester International Short Film festival
Prix du Public for the best short film: 9th CINEMA TOUT ECRAN Festival
Best Soundtrack Creation award: CLERMONT-FERRAND SHORT FILM FESTIVAL
Special Mention: 19th International Short FilmFestival Berlin
Special Mention: 12th Internationales Trickfilm-Festival Stuttgart

Bunun dışında, pek çok festivalde gösterilmiş ve onore edilmiştir. Bunlara bakmak istiyorsanız, buraya tıklayabilirsiniz.

Film ve Röportaj

Aşağıda, bizzat yapımcı tarafından paylaşılan Youtube linkinde filmin tamamı bulunuyor. Hikayenin yorumlanması kısmına geçmeden önce izlemenizi salık veririm. Zira bu kısımda yazdıklarım hikayeyi açıklayıcı nitelikte olduğu için, ilk izlenimin büyüsünü azaltacaktır.

Filmin yönetmeni Koji Yamamura, Japonya dışında pek bilinen bir yönetmen değildir. Vertigo Dergisi’nin bildirdiğine göre, pek çok filminde 3D ve 2D teknikleri birleştirmektedir. Buna rağmen, hiçbir zaman CG kullanmamış ve el çizimi veya claymation kullanmayı tercih etmiştir.

Atama Yama için, Vertigo Dergisi, Yamamura ile bir röportaj da yapmıştır. Bunun hikayeyle alakalı kısımlarının tarafımdan çevirisini aşağıda veriyorum. Zamandan kazanmak için, Google Translate kullanılmış ve gerekli görülen yerlerde düzeltme yapılmıştır.


Nancy Harrison: Orijinal hikâyeler veya modern hikâyeler yerine geleneksel hikâyeleri ve halk hikâyelerini kullanmanızdan bahseder misiniz?

Koji Yamamura: Daha yeni çalışmalarım için birçok eski hikaye veya halk hikayesi kullandım fakat başladığım sıralarda materyalim için daha çok kendi orijinal hikayelerimi kullanıyordum. Parçalarımda, 200 yıl öncesine kadar giden ve bir tür komik hikaye olan rakugo türüne ait olan Atama Yama (Dağ Kafa) gibi daha eski hikayeleri kullansam da, bu hikayeyi eski olduğu için seçmedim—onu çok büyüleyici buldum ve temalarını güncel, günümüz insanlarına hitap eden bir şey olarak gördüm. Pek çok gerçeklik içeriyor ve bu yüzden bu hikayeyi seçtim. 200 yıl önceki eski dekoru çağdaş bir dekora dönüştürdüm ve şimdi modern hayatı anlatıyor. Ayrıca, örneğin, Yaşlı Timsah da eski bir hikaye—Leopold Chauveau tarafından yazılmış, Fransa’da 80 yıl öncesine dayanıyor—ama yine de bu hikayeyi eski olduğu için seçmedim, aynı zamanda hikayeyi sevdiğim için de seçtim. Hikayenin toplumumuz hakkında pek çok evrensellik içerdiğini ve hiçbir şeyin şu anki hayattan çok farklı olmadığını düşünüyorum. İyi bir hikaye zamansızdır, Shakespeare gibi. Böylesine zamansız bir hikayenin animasyona çok ama çok uyarlanabilir olduğuna inanıyorum çünkü animasyonda anlatılan bir hikaye gördüğünüzde, canlı aksiyondan çok daha az eskiyor.

YU: Çalışmalarınızda bir metamorfoz teması var gibi görünüyor—filmlerinizde değişen şeyler ve karakterler – Atama Yama ve Yaşlı Timsah gibi – veya web sitenizdeki gif serileri.

KY: Bir görüntünün başka bir şeye dönüşmesini ve başka bir şeye dönüşmekte olmasını çok seviyorum—bunun örüntüsünü ve verdiği hissi seviyorum. Farklı bir görüntüye geçmenin animasyonun temeli olduğunu düşünüyorum—bunu canlı çekimde gerçekten yapamazsınız. Bu yüzden belki de bilinçsizce animasyonu seçtim çünkü animasyonda metamorfoz mümkündür.

YU: Peki metamorfoza olan bu ilginin hikaye seçimini etkilediğini düşünüyor musunuz?

KY: Evet, muhtemelen bunu söylemenin doğru olduğunu düşünüyorum.

YU: Ayrıca, daha hafif bir mizah damarındaki birçok animasyondan belirgin bir fark olarak, filmlerinizde oldukça fazla kara mizah var gibi görünüyor.

KY: Animasyonumun sadece eğlence amaçlı olmasını istemiyorum. İzleyiciye, işlerimden birini gördükten sonra, gözden geçirmesi veya kendi kendine düşünmesi için zaman veren bir animasyon üretmek istiyorum. Elbette mutlu bir sona sahip olmak güzel – ve hayatta mutlu şeyler de var – ama benim hayata bakış açım şu ki, her şeyi gerçekçi yapmaya çalıştığınızda, her zaman karanlık bir tarafı olan bir şeyler vardır. Aslında, işimin karanlık tarafına sahip olmaktan kaçınamıyorum çünkü hayatı yansıtmasını istiyorum.


Bu röportajdan ve Yamamura’nın filme olan yaklaşımından, izlediğimiz kısa filmin sadece gülünüp geçilecek bir şey olmadığını veya sadece görsel kalitesine odaklanılacak bir hikaye anlatmayı amaçlamadığını görüyoruz.

Burada bir dipnot çekerek, şunu da belirtmek istiyorum. Yukarıda anlatılanı anlamak için illa ki yönetmenin röportajına bakmaya gerek yok. Hatta, filmi ilk izlediğimde anlattığı hikayeyi sadece yüzeysel olarak anlamış olsam da, bir şey beni, dönüp dönüp, tekrar ve tekrar izlemeye itti. Düşünsel açıdan zengin hikayelerde, özellikle kısa sürede çok tekrarlanabilir olanlarda, bunu sık sık yaşarım. Örneğin, geçenlerde hakkında yazdığım PUPARIA’da veya bir süre önce bir hikayesini incelediğim Thomas Ligotti hikayelerinde de bunu yaşamıştım. Lakin sadece bunlarla sınırlı değil. Bunu, Shingeki no Kyojin’de de, Bleach’te de ve başka hikayelerde de yaşadım. Elbette, bunların düşünsel yoğunluk veya derinlik olarak aynı olduğunu iddia etmiyorum. Ancak pek çok kişi, sanata fazla basit bir şekilde yaklaşıyor ve onun sunduğu temaları, ilginçlikleri ve belki de işin en kötüsü, kişiyi dönüştürme şansını kaçırıyorlar. Bu durum, özellikle, yazarın yorumuna ve niyetine bağlı kalmak zorunda olmadığımız düşünülürse, oldukça büyük bir kayıp.

Demek istediğim şu: hikayeleri analiz etmekten ve “uçmaktan” korkmayın. Dedikleriniz yazarın niyetini yansıtmayabilir. Bu bir sorun değil. Yorumlarınız belki hikayeyi eksik veya yanlış da yansıtabilir. Bu da sorun değil, hiç kimse her zaman haklı olamaz. Lakin hayatımızı etkileyen ve onu dönüştüren bu sanat eserlerini incelemek hiçbir zaman bir vakit kaybı değildir. Dahası, entelektüel kapasitesinin kullanılması hiçbir zaman vakit kaybı değildir. Eğer yaptıklarınızı boş görenler olursa, unutmayın ki, bu kişiler hayatlarının büyük bir kısmını video oyunu oynamaya, internette yüzeysel içerikler takip etmeye veya okey, batak vs. oynamaya ayırıyorlar. Bunlar zorunlu olarak kötü şeyler değil fakat bir şeyleri “boş” diye nitelemek için öncelikle çuvaldızı kendine batırmalı. Başka bir deyişle, anti-entelektüel söylemlerin içinizdeki heyecanı öldürmesine izin vermeyin. Bunlar pek dikkate almaya değer fikirler değil. Örneğin, ben bu söylemlerle defalarca karşılaşmış olsam da, onlara kulak asmadığım için, ilk başta hakkında hiçbir şey bilmeden izlediğim halde, Atama Yama gibi bir hikayenin ilk başta göründüğü kadar basit olmadığını anlayabildim. Oysa bu söylemleri yapanların hiçbirisinin bu tarz bir bakış açısına sahip olabildiğini görmedim.

Hikayenin Yorumlaması

Filmin arka planını gördüğümüze ve biraz konu dışı bir iki kelam ettiğimize göre, gelelim hikayenin yorumlanmasına.

Atama Yama, tek izleyişle tamamen anlaşılacak bir şey değil ve bunun iki sebebi var. İlk olarak, hikayenin sonu, önceden anlatılan kısma olan bakış açısını değiştiriyor. Bu da, detaylara dikkat ederek bir tekrar izlemeyi gerektiriyor. Ardından, bu detaylar dahilinde, hikayenin sonu da yeni bir anlam kazanıyor. Böylelikle, birkaç kez film izlendikten sonra, bütüncül bir tablo ortaya çıkıyor.

Farklı bir şekilde anlatarak, hikayeye sonundan başlayacağım. Hikayenin sonunda, Dağ Kafa’nın gölde kendisini görmesi ve bunun bir döngüye girmesi, Dağ Kafa’nın aslında şehrin üstüne kurulu zemin olduğu anlamına geliyor. Yani, Dağ Kafa, bir noktada, içinde bulunduğu şehri temsil ediyor.

Bu açıdan, geriye dönük bir şekilde hikayeye baktığımızda, birkaç şey insanın dikkatini çekiyor. Dağ Kafa’nın sineğin bile yağını çıkaran cimriliği var. Lakin bunun yanısıra, çok pis bir şekilde, çöp içinde yaşıyor. Bu çöplük ve kirlilik olayı, sadece burada da görünmüyor. Dağ Kafa’nın başına gelen insanlar, etrafı kirletiyor ve Dağ Kafa’yı rahatsız ediyor. Yani, Dağ Kafa’nın pisliği, şehrin pisliğini temsil ediyor.

Burada, şehrin pisliği ile başka bir sembolizasyon da yapılıyor. Onun, çağdaş düzeni temsil ettiğini anlıyoruz. Bunun üç sebebi var.

İlk olarak, bu tarz hikayelerde, önümüzde sunulan şeyler, sık sık, birer semboldür. Bu yüzden, hikayelerdeki olguların bir şeyi sembolize ediyor olabileceklerini göz önüne almak gerekiyor. Bu durumda, şehir hayatı ve medeni bir insan topluluğunun ürettiği atıklar gibi öğelerin varlığı dolayısıyla, şehrin, güncel insan düzenini temsil ettiğini söyleyebiliyoruz. Bu noktada, endüstrileşmiş düzen, kapitalist düzen veya her ikisi de temsil ediliyor olabilir.

İkinci olarak, film esnasında, birden fazla noktada, arka planda şehrin inşasının devam ettiğini görüyoruz. Bu durum, insanlığın durmak bilmez materyal genişlemesine işaret ediyor.

Bu sahnede bile, arkada inşaata (genişlemeye) devam etmeyi temsil eden vinci görüyoruz.

Üçüncü olarak, kiraz çiçeklerinin açılmasından bahsederken, iş adamlarının ve ofis kadınlarının “açılmasından” bahsediliyor. Böylelikle, güncel düzene, başka bir deyişle güncel kapitalizme, başka bir gönderme yapılmış olunuyor.

Bunlar hep birlikte ele alındığında, hikayenin odağında, endüstriyel ve kapitalist medeniyetin olduğunu görüyoruz. Bu medeniyet nasıl davranıyor? Sürekli genişlemeye devam ediyor ve etrafı kirletiyor. Mesela, diğer bir örnek verecek olursam, Dağ Kafa, kendisine rahatsızlık verdiği için kafasındaki ağacı söküp çöpe atıyor. Bu noktada, doğanın tahribatını bir kez daha görmüş oluyoruz.

Çöplerin içindeki doğa güzelliği.

Endüstriyel ve kapitalist medeniyetin bu hızlı ilerleyişini irdeleyen diğer bir an, iş adamları ve ofis kadınlarının birer çiçek gibi açılmasıdır. Normalde doğanın gelişini ve hayatın çoğalışını temsil etmesi gereken bu an, beyaz yakalı çağdaş endüstriyi temsil eden bu tiplemeler yüzünden kirleniyor. Kapitalizmin içerdiği büyüme odaklı ideolojiyi takip eder bir şekilde, bu tiplemeler, “açıyor”.

Hikayenin sonuna tekrar dönersek, Atama Yama’nın kendi yansımasına bakması, onun sonunu getiren şey oluyor. Kendisinin ne olduğunu görmesinin farkındalığı, onun kaldıramayacağı bir duygusal yıkım yaratıyor ve Dağ Kafa kendisini öldürüyor.

Bunu nasıl yorumlamalı? Zor bir soru. Bana göre, makul bir yorum, insanlığın doğaya ne kadar zarar verdiğinin bilincinin, kaldırması oldukça zor bir yük olduğudur. Dağ Kafa’nın, bu pisliğin kendisiyle bütünleşik olduğunu gördüğü anda kendi hayatına son vermesi, buna işaret ediyor.

Bu noktada, şunu belirtmek gerekiyor. Dağ Kafa üstünden yapılan anlatı, basit bir aşırı tüketim anlatısı değildir. Aşırı tüketmek bir yana, Dağ Kafa, sineğin bile yağını çıkarıyor. Bu noktada, bunun güncel düzenin aşırı hesaplamacı yanını yansıttığı söylenebilir. Doğada bulunan her türlü kaynak, sonuna kadar kullanılıyor. Ancak, Dağ Kafa’nın evinin pisliğini umursamamasından görüldüğü üzere, bu yaklaşım adi bir faydacılık oluyor. Çevrenin başına gelen önemsenmiyor. Her türlü pislik, çer çöp, etrafa saçılıyor. Doğa tahrip ediliyor. Dağ Kafa’nın başında açtığı çukurun bile insanlar tarafından kullanılması, bunun ona verdiği rahatsızlık ve bu gölde doğaya ait bir şeyin, yani bir balığın insanlar tarafından yakalanması da, bu adi faydacılık bakış açısına işaret etmektedir.

Başka bir şekilde aktaracak olursam, filmin asıl odaklandığı şey, tüketimcilik değil, bir tür kapitalist faydacılık oluyor. Bu yaklaşımda, doğa, insanın ihtiyaçlarına göre aşırı sistematik bir şekilde dönüştürülüyor. Bunu gerçekleştirmek için, kapitalist bir mantığa göre aşırı “verimli” sistemler kurulabiliyor. Örneğin, besi hayvanlarının ölüsünden yapılan yemlerin, başka besi hayvanlarına yedirilmesi, bu tarz bir “verimlilik” örneğidir. Lakin bu “verimliliğin” doğada yarattığı tahribat göz önüne alınmıyor, deniliyor.

Son

Atama Yama oldukça ilginç bir kısa film ve Yamamura Animasyon ile tanışmama vesile oldu. Bunu ise MAL’daki Avant Garde kategorisini tararken buldum. Yamamura Animasyon’un diğer işlerini merak edenler, buradan sitelerine ulaşabilir. Kişisel olarak, bu eser beni Yamamura’nın diğer işleri konusunda meraklandırdı ve dört gözle diğer işlerine bakmayı planlıyorum.

Yorum bırakın