PUPARIA: Anime Endüstrisine Baş Kaldıran Emsalsiz Kısa Film

PUPARIA, Sunrise Stüdyosu’nda çalışan animatör Shingo Tamagawa’nın, tek başına, üç yılda oluşturduğu, üç dakikalık bir anime filmidir. Eşi benzerine nadir rastlanan bir animasyonu ve soyut anlatım tarzıyla insanı kendinden alıyor. Yazıya devam etmeden önce, sizi filmle baş başa bırakıyorum.

Röportaj

Görüleceği üzere, film, inanılmaz büyük bir özenle hazırlanmış. Emsalsiz bu eser, büyük bir emekle, dijital yerine geleneksel çizimlerle hazırlanmış. Filmin yaratıcısı Shingo Tamagawa’nın, filmi hazırlamadaki motivasyonları ve süreci hakkında konuştuğu, aşağıdaki röportaj var. İngilizcesi olanların kendilerinin izlemesini öneririm. Olmayanlar için, röportajın bir çevirisini aşağıda veriyorum. Google Translate ile çevirdim ve gerekli gördüğüm yerlerde düzeltmeler yaptım. Kalın puntolarla belirtilen kısımlar, benim özellikle önemli gördüğüm için vurguladığım kısımlardır.

Çeviri

Çocukluğumdan beri resim yapmayı severdim. Manga ve animeden de keyif alırdım. Lisede, Hayao Miyazaki veya Hideaki Anno’nun eserlerini keşfettim. O sırada, animasyonun nasıl da yönetmene bağlı olduğunu anladım. Bu noktadan sonra, bu, bir gün bir yaratıcı olmak ve animasyon alanında çalışmak için can atmamı sağladı. Güzel sanatlarda uzmanlaştığım sanat okuluna gittim. Mezun olduğumda geleceğim hakkında tekrar düşündüm. Animasyon yapmak istediğimi düşündüm. Şansımı denemeye ve bunun için eğitime başlamaya karar verdim. Yüksek lisansa başlamıştım ama bıraktım ve oradan sektöre katıldım. PUPARIA’nın doğuşunda, beni sektöre başlamam için motive eden animatörlerden her zaman etkilenmiştim. Ancak animasyonda 5 yıl çalıştıktan sonra, kendimi kaybediyormuş gibi hissetmeye başladım. Ne kadar sıkı çalışırsan çalış, animasyon tüketilebilir bir şeydir. Tabi doğası gereği böyle. Ancak, başa çıkmak benim için gittikçe zorlaştı. Bu yolu izlemenin çizimlerimden nefret etmeye başlamamı sağlayacağını düşündüm. Basit bir çizim eyleminden bile nefret etmeye başlardım. O sırada sınırıma ulaşmıştım. Sıfırdan başlamam gerektiğini düşündüm. Böylece 2015’te, hiçbir şey yapmayacağım bir zaman yaratmak için çizimi tamamen bırakmaya karar verdim. İşte o zaman bıraktım. Yaklaşık bir buçuk yıl hiç bir şey yapmadım, hiçbir şey çizmedim. Sadece kitap okuyarak ve dışarıda dolaşarak vakit geçirdim. Bu süre zarfında fikirler akmaya başladı, yavaş yavaş kendi işimi yapmak istedim. Bunu kimse istememişti ama bir deneyip başlamayı düşündüm. Hiçbir şey yapmadan dolaştığım o zamanki zihniyetimden bir iz bırakmak ister gibiydim. Bu zihniyeti animasyon ortamında oymayı ve kendimi buna adamayı düşündüm. Bu PUPARIA’ya yol açtı.

PUPARIA, İngilizcedeki “puparium” kelimesinden gelir. Larvaların kabuğu anlamına gelen koza veya pupayı tasvir eder. Basitçe söylemek gerekirse, dünyamızı şekillendiren değerlerin yavaş yavaş kaybolduğuna dair güçlü bir hissim vardı. Eskiden güvendiğimiz ve ilişki kurduğumuz şeylerin çökmeye başladığını hissettim. Dünya çapında birçok insanın bu duyguya, koronavirüs gelmeden önce bile sahip olduğuna inanıyorum. Bir şekilde artık kendimiz olamadığımız gerçeğine. Aynı zamanda geleceğin bizim için ne hazırladığını da göremiyorduk. Geçen yıllarda gerçekten bu duyguyu yaşadım.

Oradan, patronluk taslayan bir şey yapmak istemedim. İnsanları başka bir açıdan saracak bir hikaye ve dünya yaratmak istedim. Desteklenme duygusunu ifade etmeyi amaçladım, böyle bir şey yapmak istedim. Grafik yaklaşım için, hem karakterlerin hem de arka planların aldatma olmadan net olmasını istedim. Çok soyut ve anlaşılması zor bir şey yapmayı amaçladığımı biliyordum. Bu yüzden zor ya da bulanık anlatım yöntemleri kullanmanın iyi bir şey olmadığını düşündüm. Bunun gibi bir tema için yüzeyin mümkün olduğunca net bir şekilde çizildiğinden emin oldum. Karakterler bence mangaya yakın. Mangada bulduğunuz sembolizmi seviyorum. Sembolleri o kadar güçlü ki, bazen manga “ucuz” olarak kabul edilebilir. Bunun, ifade ettiği şeyin oldukça net olması sebebiyle, bazen okuyucuların bunu abartılı ve ucuz bulmasından kaynaklandığına inanıyorum. Aksine duygularımın karakterler üzerinden ifade edilmesini sağlamak için çizimlerde ısrarcı olmak istedim. Bu duyguların gösterilmesini istedim. İzleyiciye karakterlerin ifadelerinin canlı hissettirmesini istedim. Elle çizilmiş hissi vermemeli, bunun yerine hareketlerinde hayatı hissetmek istedim. Animasyonun da resimlerle ilgili olduğuna inanıyorum. Resimlerde güzellik gördüğünüzde animasyondan zevk alıyorum, bu yüzden bunu kendi tarzıma göre ayarlamak istedim.

Bağımsız olarak yapılması gerektiği gerçeği. PUPARIA’yı görünce kimsenin böyle bir şey yapmak istemeyeceğini biliyordum. İnsanları buna dahil ederek rahatsız etmek istemedim. Sadece kişisel motivasyonlardan yapıldı. Gerçekten kendi duygularımı o dünyaya kazımak istedim. Kendim yapmaktan başka çare yoktu. Göz ardı edilip edilmemesi önemli değildi, çünkü benim için ilerleyebilmek için gerekli bir adımdı. Bu yüzden gerçekten bağımsız bir çalışma olması gerekiyordu.

Tek başıma olmak gerçekten çok zordu. İş yükü devasaydı. Bütün gün çizimleri temizlediğim veya sadece taradığım günler oldu. Bunu tek başına yapmak gerçeküstüydü. Her şeyi tek başıma yapmak zorunda olmak ve harcadığım tüm zamana bakınca, gerçekten sınırımdaydım. Tek başına çalışmanın artılarına baktığımızda ise, bir yaratıcının işinde neyi sevdiğini ve neyi amaçladığını anlamaktan keyif alıyorum. Resimde, seslerde veya müzikte olabilir, hepsi oraya kazınmıştır. Hikayenin türü ne olursa olsun bunu gerçekten seviyorum. Hikayenin türü ne olursa olsun, yaratıcının ifade etmek istediğini hayal edebildiğimde bir saygı duygusu alıyorum, bunu seviyorum. Bir projeyi sona erdirmek bile başlı başına saygın bir şey. Bu günlerde başarmanın gittikçe ve gittikçe zorlaştığını hissediyorum.

Sevdiklerini utanmadan ifade edebilmek cesaret isteyen bir şey. Ancak bunun insanlar için temel bir neşe kaynağı olduğuna inanıyorum. Çocukken izlediğim anime eserlerinin gerçekten bu kişisel duyguları gösterdiğini görmek istedim. Beni harekete geçiren şey buydu, bu yüzden peşinden gitmek istediğim iş türü buydu. İşimi güzel yapan şeyin bu olduğuna inandığım için, yalan söylemekten gerçekten kaçınmak ve işimle elde etmek istediğim şeyde olabildiğince dürüst kalmak istedim.

Finans açısından, birikmiş biraz param vardı ve bunu yavaş yavaş kullanmaya başladım. Çalışma ortamım için Sunrise stüdyosunun içindeki bir alanı kullanabildim. Yapımcılarından biri biraz sıradışı, bir bakıma asil. Ona bağımsız bir çalışma yapmak istediğimi söylediğimde, zaman zaman stüdyoya yardım edebildiğim sürece sorun olmadığını söyledi. Sonuç olarak, o alanı çalışmak için kullanabildim. Ona gerçekten müteşekkirim, sadece evden çalışınca takılıp kalma eğiliminde insan. Bazı projelerde de yardımcı oluyordum, bu yüzden finans tarafında da yardımcı oldu. Belirli bir yöntemim yoktu. Hangi yaklaşımı benimseyeceğimi bulmaya çalışarak başladım. Güçlü çizimler peşinde koşarken, dijital renge güvenmek istemedim. Resimsel açıdan daha zayıf hissettirdiğini hissettiğim için o dijital görünüme sahip olmak istemedim. Bunun için bir yöntem bulmaya çalışmak attığım ilk adımdı. Bir yöntem bulmak için bunu aklımda tutarak biraz deneme yanılma yaptım. Bununla birlikte, yalnızca renkli kalemler kullanmak çok ağır geliyor, bu yüzden daha fazla şeffaflık yaratmak için farklı katmanlar kullandım. Bunların hepsini çalışırken anladım. Bu, birçok yönden deneysel bir proje.

Beni tatmin edecek bir seviyeye ulaşana kadar her sahne üzerinde çalışmaya devam ettim. Bu süreçte, son sahneye kadar genel akışı görmeye başladım. O bir bakıma tek anlamlı sahne. Ancak, genel olarak benim için tek bir tema var, her sahnede noktaları birleştirdiğime inanıyorum. Her sahne birbirinden ayrı gelebilir ama daha derin bir anlamda hepsinin aynı duyguyu kucakladığından emin oldum. En sonunda, son sahne onun etrafında konumlanmış, sembollerle kaplı o erkek veya kadın var. Doğal olarak o yöne gitti, o noktaya ulaşmak için tüm adımların gerekli olduğunu hissediyorum.

Animasyonda, genel yöne karar vermek için genellikle bir storyboard (hikaye tahtası) hazırlarsınız. Sonra her sahne üzerinde çalışırsınız. Benim durumumda, tek başıma olduğum için her şeyi baştan inşa etmeye girişemedim. Aklıma bir sonraki anda ne geleceğini bilmiyordum. Dürüst olmak gerekirse, bir sonraki sahnenin ne olacağını bilmeden böyle çalışmak da eğlenceliydi. Baştan bir storyboard yaptığınızda tüm adımlarını görebileceğiniz planlı bir akış haline gelir. Oysa bu sefer, ki zannederim tek sefer olacak, çalışırken her sahneyi azar azar düşündüm.

Daha önce yapılanlardan farklı, iddialı anlatım yöntemlerinin peşinden gitmek. Bugünlerde buna izin veren daha az yer olduğuna inanıyorum. Keşke Japonya’da animasyona farklı yaklaşımlar olabilseydi. O aptalca süreci üstlenmiş olmam, yapmak istediğin şeyi yapmanın eğlenceli olabileceğini göstermenin bir yoluydu. Bir açıdan, tavır almak istedim. Geleneksel animasyonla çalışmanın pek çok yolu vardır. Sadece en verimli ve kolay şekilde çalışmak olmamalı, daha önce hiç görmediğimiz daha güzel bir şeyin peşine düşersek, bunun uzun vadede nihayetinde ticari bir potansiyele sahip olacağına inanıyorum. Umarım bu zihniyet sektördeki tüm stüdyolarda gelişebilir.

Spider-Verse’i ilk gördüğümde şok olmuştum. Gerçek bir yenilgi duygusuydu. CG’nin yalnızca Disney veya Pixar dünyasında olmadığını fark ettim, başka bir yaklaşımın da olduğunu gösteriyordu. Japonya’da elle çiziyoruz, ancak daha önce hiç görülmemiş şeyler veya dokular yaratmaya çalışırken aynı zamanda inanılmaz derecede eğlendiren ve eğlenceli görünen içerikler yaratma fikri. Onu gördüğümde, gerçekten kaybetmişiz gibi hissettim. Studio Laika’nın stop-motion çalışmalarından da etkilendim. Bu yaklaşımı benimsememiz gerektiğini söylemiyorum. Kendi yaklaşımımızı daha da ileriye götürerek, istediğimizi yapmamız gerektiğine inanıyorum.

Son trendlerde, size nasıl kâr elde edeceğinizin sorulduğu veya sürecin ticari açıdan basitleştirilemeyeceği için külfetli olduğunun söylendiği, bir uyuşmazlık var. Bu tartışmalar çok sık kazanma eğiliminde. Önemli olduklarını anlıyorum ama verimli olmak için animasyon yapmıyorum. Yeni şeyler yaratmak ve daha önce hissetmediğim yeni duygular yaratmak için animasyon yapıyorum. Herkesin içinde bu mutluluğun olduğuna inanıyorum. Biraz daha bu yöne dönebilseydik, tüm endüstrinin daha mutlu olabileceğini düşünüyorum.

Okuma

Bu röportaj ve birkaç izleme sayesinde, filmin hikayesi daha bir anlam kazanıyor. Bu konuda, yazacaklarım kendi yorumumdur ve başkaları farklı şekilde yorumlamış olabilir. Filmin özellikle yüksek derecede soyut olduğu düşünülürse, farklı yorumlar olması çok normal. Genel olarak her sahneyi tek tek yorumladım fakat bu yorumlara, filmin bütününe ve verdiği hisse odaklanarak ulaştım. Elbette, röportajın da yardımı oldu.

Açılış sahnesinde, bir dokuya veya haritaya yakından bakıyor gibiyiz. Bir sonraki sahnede, renk yapısından, bunun arka planda duran ahtapota ait olduğunu anlıyoruz. Bu sahnede, etrafındaki sıradışı, garip ve ilgici çekici şeyleri görmeyen bir insanla karşı karşıyayız. Tamagawa’nın anime endüstrisi hakkındaki düşünceleri açısından ele alınca, bunun etrafındaki sanatı veya sanatın potansiyelini görmeyen birisi olduğu söylenebilir. Ancak böyle bir yorum yapmak zorunda değiliz. Genel olarak, hayatın içindeki “garip” görünen şeyleri fark etmeyen, hayatın farklı yanlarını göremeyen, belirli değerlerin farkında olmayan birisi olduğunu söylemek de yerinde olacaktır. Bu kişi, kendi körlüğü içinde o kadar kaybolmuş ki, yakından baksa ayrı bir dünya kadar detaylı olan bu ahtapotu görmüyor bile. Böylelikle, filmin açılış sahnesindeki dünya, bu sahneyle beraber bir anlam kazanmış oluyor.

Bir sonraki sahnede, kelimenin tam anlamıyla, bir eşikte bulunan bir adam görüyoruz. Bu eşikten geçmek, kapıyı açıp yeni bir yere gitmek üzere. Aynı zamanda, bu adam, gideceği yöne doğru uzanan koridora baktığında, bunun çok uzun bir şey olduğunu görüyoruz. Ancak bu koridor aynı binanın parçası ve görsel tema açısından birbirine bağlantılı örüntülerden oluşuyor. Başka bir deyişle, kapıya gelene kadar katedilen bir yol var. Bu yolu oluşturan şeyse ortak temalardan, yani belki de bir gelenek veya değerler bütünü diyebileceğimiz bir şeyden oluşuyor. Bununla beraber, binanın içerisinde devasa bir yaratık da geziniyor ve hızla adamın üstüne geliyor. Devasa bir pupaya benzeyen bu yaratık, gözlerini adama dikmiş. Bundan ne anlamalı? Bu noktada, yaratığın insanda uyandırdığı hisse ve bir önceki sahnede kurulmuş sembolizme odaklanmak yararlı olacaktır. Pupa insanda bir gerilim, bir tür korku hissi uyandırıyor. Ne olduğunu, ne getireceğini, amacını anlayamıyoruz. İşin diğer yanında, “fantastik” öğelerin bu filmde pozitif tecrübeleri ve olguları temsil ettiğini de gördük. Bu açıdan, adamın eşikte bulunduğunu da göze alırsak, adama doğru bir tür değişimin geldiğini söylemek yerinde olacaktır. Pupa, larva ve böceğin son formu arasındaki geçiş formunu temsil ederek, bunun oldukça iyi bir görselleştirmesi oluyor. Lakin bu değişimin ne olduğunu bilmiyoruz. İyilik mi getirecek, kötülük mü getirecek? Yaratım mı, yıkım mı? Yarar mı, zarar mı? Bunların hiçbirisini bilmiyoruz. Bu yüzden, geleneklerin ve değer sistemlerinin çöküşünde bulunan bizler için, bu belirsizlikte hem bir umut hem de bir korku yatıyor.

Bir sonraki sahne, bu temanın devamı oluyor. Ön planda bulunan güzel kadının arkasında düzensiz bir büyüme var. Bundan, kaosun başladığını görüyoruz. Kadının işaret etmesiyle beraber, odağımız diğer sahneye çevriliyor.

Bu sahnede, vücudu sembollerle kaplı olan, cinsiyeti belirsiz bir insanı görüyoruz. Erkek, kadın veya başka bir şey, bunun bir önemi yok. Bu garip insanın kendisi de, o ana kadar gördüğümüz yaratıklar gibi, bir başka dünyadanmış hissiyatı uyandırıyor. Aynı zamanda, o dünyaya ait başka bir yaratıkla iletişim kurabildiğini görüyoruz. Belki de, hayatın içindeki bu farklı yanları görmesi sonucu, kendisi de değişmiş birisidir. Belki de, binanın içinde gördüğümüz kişinin kendisidir. Sonuçta, binanın içindeki adamın gözlerinden birisinin değişmiş olduğunu görüyorduk. Yani bu kişi, bir değişim geçirmeye başlamıştı bile. Özellikle üstüne gelen pupayla beraber ele alındığında, bu kişinin bir tür metamorfozdan geçtiğini düşünmek yerinde olacaktır. Lakin bu sembollerle kaplı kişinin illa önceki sahnedeki kişi olduğunu düşünmeye gerek yok. Belki de, aynı metamorfozdan geçmiş başka birisidir. Ne şekilde olursa olsun, bu kişinin insansı fakat öbür dünyamsı görünüşü ve aynı zamanda o ana kadarki değişim sembolizasyonu düşünülünce, bir değişim sonucu oluşmuş olduğunu söylemek yerinde olacaktır.

Peki ne tarz bir değişim? Bu noktada, aşağıdaki resmi dikkatle incelemenizi isteyeceğim.

Sembollü kişinin baktığı alanı iyice inceleyin. Birkaç şey, insanın gözüne çarpıyor.

İlk olarak, açılış sahnesinde gördüğümüz yapıya benziyor. Bu açıdan, açılış sahnesinin hem ahtapotu hem de bu anı bağladığını söyleyebiliriz. Sonuçta, ikisi de öbür dünyamsı bir his uyandırıyor. Buradan şunu anlıyoruz: dünyadaki bu farklı yanlar birbiriyle bağlantılı şeyler. Aynı zamanda, sembollü kişi bu yanları görebiliyor.

İkinci olarak, bu arazide hayat da büyüyor. Işıldayan kelebekler ve açmış garip çiçekler, bu garip alanda hayatın olduğunu gösteriyor. Yani bir olumlama, bir enerji, bir yaratım ihtiva ediyor.

Buna rağmen, üçüncü olarak, ufukta ateşe benzeyen şeyler var. Kırmızımsı-turuncumsu noktalar, bana ateşi andırıyor. Özellikle üstlerindeki kara, dumana benzeyen yapılarla beraber düşünülünce. Yani bu hayat ve yaratım alanı bir yıkım tehdidiyle karşı karşıya.

Dördüncü olarak, bu yıkımın arasında bile bir umut var. Işıyan beyaz ışık huzmesi, yangının içinde farklı bir şeyin, en azından bunun umudunun olduğunu ima ediyor.

Bütün bunlar, sahnenin devamıyla beraber daha da anlam kazanıyor. Sembollü kişinin bir seddin üstünde durduğunu bu sahnede fark etmiştik. Bunu izleyen noktada, seddin diğer tarafında pek çok insanın olduğunu görüyoruz. Onlar seddin ötesini, sembollü kişinin aksine, göremiyor. Hatta, kelimenin tam anlamıyla, gözlerinin önünden geçen güzelim ışıldayan kelebekleri bile fark etmiyorlar ama bir şey bekler gibi, sembollü kişiye odaklanmış durumdalar. Neden böyle olmasın? Sonuçta, sembollü kişi, onların göremediği şeyleri görüyor. Onların göremediği ufuklara bakıyor. Bu ufukların içerdiği tehdidi ve umudu görüyor. Onlara bu öbür dünyamsı yerlerden bir şeyler gösterebilecek yegane kişi, sembollü şahıstan başkası değil.

Bu noktada, sembollü kişi, bir noktada, bariz bir şekilde sanatçıyı temsil ediyor. Hayatın içerisinde, sıradan insanların fark edemediği yanları fark eden sanatçı, onlar tarafından dönüştürülüyor. Kendisi de bu sıradışı yanlardan birisi haline geliyor. Onlarla iletişim bile kurabiliyor. İşin diğer yanında, bu durum, sadece sanatçılarla sınırlı değil. Hayatın içerisindeki sıradışı noktaları fark edebilen herhangi birisinin, bu sembollü kişi olduğu veya ona dönüşebilme potansiyelini taşıdığı söylenebilir.

Hikayenin önemli bir yanı da bu zaten. “Puparia” kelimesi, “puparium” kelimesinin çoğul halidir. Yani, tek bir pupadan bahsedilmiyor. Birçok pupa kastediliyor. Yani, dünyada bu yanları gören veya görme potansiyeline sahip tek bir kişi yok. Birçok kişi var. Aynı çoğulluğu takip edersek, sadece sanatçıların da değil, dünyayı sıradışı halde değerlendirebilen ve bununla bir şey yaratan herkesin buna dahil olduğunu söyleyebiliriz. Bu yaratımın illa sanat olması zorunlu değil, hayatın ve evrenin farklı yanlarını diğer insanlara gösteren herhangi bir şey olabilir.

Bu çoğullukla bağlantılı bir şekilde, sembollü kişi gülümsüyor. “Desteklenme duygusunu ifade etmeyi amaçladım,” demişti, Tamagawa. Bunu da başarıyor. Diğer kişiler belki bu sıradışı bireyin gördüğünü göremeseler bile, hem ondan kendilerine bir şey göstermesini bekliyorlar hem de onun bu görüşünü destekliyorlar. Bu destek, sıradışı kişiye, bir mutluluk veriyor. Lakin, elbette, iş bununla kalmıyor. Gülümseyişinin ardından yüzü ciddi bir ifadeye bürünüyor ve gözlerini, tehdit ve umut içeren ufuğa doğrultuyor.

Bunu birden fazla şekilde yorumlayabiliriz. Anime endüstrisi açısından, animasyon açısından, kapitalizmin krizi açısından, iklim değişikliğinin yarattığı kriz açısından… lakin hangi açıdan yorumlarsak yorumlayalım, ortak olan şey, hayatın içerdiği sıradışı, az kişinin tam anlamıyla görebildiği güzelliklerin tehdit altında olduğu ama bunun aynı zamanda bir değişim umudu da getirdiğidir. Böyle bir tehdit ve umut karşısında, sembollü kişinin yaptığı gibi, bu sıradışı yanları görebilme yeteneğimizi benimsemeli, onların bizi de sıradışı bir kişiye dönüştürmesine izin vermeliyiz. Youtube videosunun tanım kısmında yazdığı gibi:

Bir şey değişmek üzere
Ona sadece tanıklık edebiliriz.

Bütünüyle ele alındığında, PUPARIA, sıradışı bir yöntemle çok güzel bir hikaye anlatıyor. Hayata farklı bakabilmenin değerini, yaratıcı kişi ve diğer insanlar arasındaki ilişkinin nasıl sıcak bir destek halinde olabileceğini, farklı kişinin kendisini ve yeteneklerini kabullenmesinin önemini vurguluyor. Aynı zamanda, içinde yaşadığımız zamanların yarattığı o korkutucu ama aynı zamanda heyecanlandırıcı değişim umudu hissine vurgu yapıyor. Zaten bu yüzden “sadece tanıklık edebiliriz” derken, hiçbir şeyi değiştiremeyiz demek istediğini düşünmüyorum. Burada vurgulanan, geleceğe etki edemeyeceğimiz değil, değişimi engelleyemeyeceğimiz. Başka bir deyişle, bize cesur olmamız ve değişimle yüzleşmeyi benimsememiz gerektiği salık veriliyor. Artık eski sistemler ve değerlere bağlı kalarak kendimiz olamıyorsak, yeni bir şeyler üretmeliyiz.

Bu yaptığım okuma, büyük ihtimalle, Tamagawa’nın birebir aklından geçen şeyler değil. Ancak sanatın, özellikle yoruma açık sanatın, güzel yanı bu. Aynı eserin çok fazla yorumu olabiliyor. Yine de, bana soracak olursanız, PUPARIA için yapılan kaliteli yorumların, değişim, sıradışılık ve yaratım gibi temalar etrafında döneceği fikrindeyim. Elbette, çok farklı bir yorumun çıkıp eşit derecede geçerli olma şansı da var. Kim bilir, belki de, olayları daha da sıradışı bir şekilde gören birileri vardır.

Yorum bırakın