İnsaniyet Maskesini Düşürmüş Sermaye, Güç

Neredeyse bir sene oldu.


“İnsanlığın maskesi düşüyor sermayeden. Herkesi öldürmek için onu çıkarması gerekiyor—sevdiğin her şeyi; dünyadaki tüm umudu ve şefkati. Onu çıkarması gerekiyor, sadece bir saniyeliğine. Eylemi yapmak için. Ve sonra onu görüyorsun. Arkadaşlarını öldüresiye boğup döverken… dünyanın en tatlı, en cesur insanlarını… Gözlerindeki korkuyu ve gücü görüyorsun. O zaman anlıyorsun.”

“Neyi?”

“Burjuvazinin insan olmadığını.”

– Disco Elysium


Bu diyalog, kapitalizme, sermayeye (kapitale) ve [siyasi] güce dair pek çok şeyi anlatıyor.

Öncelikle, sermayenin, kapitalizmin, her şeyden önce “minimum sürede maksimum kâr” amaçladığına işaret ediyor. Geriye kalan her şey teferruat. İnsan sağlığı, insan hakları, gezegenin sürdürülebilirliği, ölümler, acılar, cinayetler, işkenceler, çocuk cinayetleri, tecavüzler, savaşlar—hepsi kapital için mübah. Örneğin, ilerlemenin, atılımın, sözümona “bilimin ve aydınlanmanın” bir mücevheri olarak sunulan sanayi devrimi gerçekleştiğinde, işçiler -yani halkın çoğunluğu- için, endüstriyel ülkelerdeki yaşam standartları dipteydi. OECD’ye göre, 1800lerde üretimde çalışan bir işçinin haftalık çalışma vakti 60-90 saat arasındaydı. Şu anki 8 x 5 = 40 çalışma saati formülünün iki katından fazlaya çıkan bir sayı. Sanayi devriminin merkezi olan “ileri” İngiltere’de bile, sanayi devrimi sırasında çocuk işçi çalıştırmak çok yaygındı (Tr link).

Kaynak: Lewis Hine/The U.S. National Archives

“Çocuk işçiler, tıpkı çevrelerindeki yetişkinler gibi haftada 6 gün, 12 saat uzun vardiyalarla çalışıyorlardı. 12 saatlik çalışma mesaisi işverenler açısından bir günün güzel bir şekilde ikiye bölünmesi oluyordu. Makineler 24 saat çalıştıklarında, bir çocuk o günkü işinden sonra bir sonraki vardiyasına başlamak üzere kendini dışarı atarak sıcak yatağına dönüyordu; bu uygulama “sıcak yatak” olarak biliniyordu. Çocuk çalışanlar bulunabilecek en ucuz işgücüydü ve işverenler de onları çalıştırmak üzere hiç zaman kaybetmediler. Bir çocuk işçi, bir erkek işçiden %80 ve bir kadın işçiden %50 daha az ücret alıyordu. Çocukların yetişkinlerin giremeyeceği yerlere ve makinelerin altına girebilen çevik parmaklara ve daha küçük bedenlere sahip olma avantajları vardı. Ayrıca, bir yetişkinden çok daha kolay şekilde amirlerinin/ustalarının zulmüne uğrayabilir ve tehdit edilebilirlerdi çünkü karşılık veremezlerdi.”

[En azından daha gelişmiş ülkelerde] Ancak çok uzun siyasi mücadeleler sonucunda, çocuk işçiliği kısıtlayan, daha sonra da kaldıran yasalar geçebildi. Aynı zamanda, yukarıdan fark edilebileceği üzere, çalışma günleri haftada altı gündü.

“Makineler bazı açılardan işleri kolaylaştırsa da fabrika işleri işçiler için pek çok sorun yaratıyordu. Fabrika çalışanları fazla kazanmıyordu ve yaptıkları iş genellikle tehlikeliydi. Birçoğu haftada altı gün, günde 14 ila 16 saat çalışıyordu. Fabrikalarda, erkekler, kadınlar ve hatta küçük çocuklar bile çalışıyordu.”

Ancak uzun yıllar süren işçi hakları mücadeleleri sonucunda, çalışma saatleri ve günleri azaltıldı, çalışma koşullarında iyileştirilmeye gidildi (1, 2). Daha doğrusu, kapitalistler, işçilere daha bir insan gibi davranmaya zorlandı (ama hala tamamen bir insan gibi değil). Bunun mantığı basit. Hak yasaları neden vardır? Çünkü aksi takdirde, gücü elinde bulunduranlar, üstünde güç sahibi olduklarını sömürür. Yasalar onları “iyi davranmaya” zorlar. Bu sebeple, bireysel olarak iyi kişilere sahip olsa da, bir sınıf olarak, kapitalistler tahakkümcü (zulümcü, bastırıcı) bir güçtür. Kendi çıkarları doğrudan işçinin çıkarıyla çatışmaktadır ve güce ulaşımları daha kolaydır. Bu sebeple, kendi haline bırakıldığında, kapitalist sınıfı, işçi sınıfını elinden geldiğince sömürmeye meyillidir.

Bunun sebebi de, burjuvazinin olmasa bile, kapitalin insaniyet maskesi takan bir canavar olmasıdır. Zor kullanılarak dizginlenmediği her alanda insanı sömürür—tek gayesi, ne pahasına olursa olsun, minimum zamanda maksimum kâr elde etmektir. Zaten bundan dolayı, petrol şirketleri iklim değişikliğinin gerçek olduğunu on yıllardır bildikleri halde (3, 4), onu inkâr etmeye milyarlarca dolar harcamıştır. Uzun vadede sürdürülemez olduğu belli olan bir sorunu, yine de, inkar etmeye, önemsiz göstermeye ve kendilerinin sorumluluğunu reddetmeye inanılmaz paralar dökmüşlerdir. Çünkü bunu yapmak kısa vadede daha kârlıdır. İklim değişikliğinin yoksul kesimleri en çok etkilediğini hatırlatmakta yarar var. Aynı zamanda, “aşırı nüfusa” vurgu yaparak yoksulları suçlayan bütün söylemlere rağmen, en zengin %1’lik kesim en yoksul %66’dan daha fazla karbon emisyonu yayıyor.

Yine yukarıda sunduğum sebep dolayısıyla, kapitalistler ve onlarla çıkarsal işbirliği yapan diğer güç sahipleri, dayanıksız binalar da yaptırır. Bunların yüksek risk altında bir bölgede olup olmaması önemsizdir. Denildiği gibi, en önemli olan şey, minimum sürede maksimum kârdır. Bunun uğruna ne olacaksa olur, kim ölecekse ölür. Bu ideolojik mantık, yüzyıllar önce de aynıydı, iklim değişikliği inkarında yakın geçmişte de aynıydı, günümüzde de aynı.

Peki ya kapitali dizgilenmesi gereken güç sahipleri bunu yapmazsa ne olur? Daha da kötüsü, ya bu güç sahipleri yozlaşmışsa ve kapital ile işbirliği içindeyse? Örneğin, ya bu bina yapımınından maddi veya başka bir tür çıkar elde ediyorlarsa? İşte o zaman insanı kapitale karşı koruması gereken bu sosyal yapı, kapitalin sömürüsünün bizzat parçası haline gelir. Bir şeyler yanlış gittiğinde de, tek bir anlığına bile olsa, o maske düşer.

“Onu çıkarması gerekiyor, sadece bir saniyeliğine. Eylemi yapmak için. Ve sonra onu görüyorsun. Arkadaşlarını öldüresiye boğup döverken…”

İşte o an anlıyorsun. Bu sistem başından beri insan değildi. Sadece yüzyıllar süren mücadeleler sonucu bir insan maskesi takmaya zorlanmıştı. Fakat zorunda kaldığında ve buna yeterince gücü olduğunda, bu maskeyi çıkarmaktan çekinmiyor. Bir anlığına da olsa, gülümsemenin arkasındaki o yaratığı, o şeyi görüyorsun. Onun çıkar ve güç mücadelesine karşı çıkan herkesten hem nefret ediyor hem de korkuyor. Onları hor görüyor ve iyiliğini önemsemiyor.

Bak! Canavar budur! Onun için hiç kimse, hiçbir şey önemli değildir. Yanına kâr kalacağını bildiğinde, seni ve sevdiğin her şeyi öldürmekten bir an bile çekinmeyecektir. Ama… aynı zamanda senden korkmaktadır. Bir birey olarak değil fakat bir bütün olarak hareket eden bir mücadele olarak senden korkmaktadır. Bu yüzden, kapital, düşmanlarını yok etmek için savaş açar, sabotaj yapar, sendikaları kapattırır veya işlevsizleştirir.

Bu korkunun sebebi bellidir. Çocuk işçi karşıtı yasaların geçmesinden, hafta sonunun genişletilmesinden, iş saatinin azaltılmasından, iş koşullarının iyileştirilmesinden görülebilmektedir. Bunların hepsi yapılmış ve daha da ilerletilebilecek şeylerdir. Eğer değişim imkansız olsaydı, onu engellemek için bu kadar uğraşmazlardı. Eğer her şey önceden yazılı olsaydı, bu kadar fazla çabalayıp çırpınmaları gerekmezdi. Bunu yapıyor oldukları gerçeği, senden, dönüşebileceğin şeyden, korktuklarını göstermektedir.

Lakin, her zaman olduğu gibi, “insanları gerçeğe uyandıracak” bir olay yoktur. İnsanlar asla dünyaya çıplak gözle bakmaz. Herkesin bir ideolojisi vardır ve kimi ideolojiler, kimi şeyleri, ne kadar göz önünde olursa olsun, yok sayacaktır. İdeolojik gerçekliği benimsemeden, bunu anlamaya uğraşmadan bir değişim söz konusu olamaz. Bu yüzden “Boş tencerenin deviremeyeceği…” tarzından laflar anlamsızdır ve her zaman için anlamsız olmuştur. Değişimin kendiliğinden gerçekleşeceğini bekleyen, bilinç inşasının önemini kavrayamayan, insanı pasif gören ve pasifleştiren bir mantıktır. Asla ve katiyen, böyle bayağı bir determinizm siyaseti açıklayamaz. Yıllardır bu mantığa bel bağlayarak alınan risk ve oynanan bahis yüzünden kaybedilmiştir. Hem de ne kadar çok şey, ne kadar çok hayat.

Kapak resmi: WoodAndWine

İnsaniyet Maskesini Düşürmüş Sermaye, Güç” için 2 yorum

  1. “İngiltere’de baca temizliği yapan çoçuklar” diye Google’a yaz. Gördüğün manzara karşısında dehşete düşeceksin. George Orwellin herkes 1984 kitabını biliyor ancak diğer kitapları İngiltere’de yaşanan sermaye çalışan ilişkileri açısından çok önemli. Daha çok bilgi edinebilirsin.

    Beğen

    1. Evet, o olay bayağı kötü. Orwell’in kurgusal olmayan eserleri arasından Wigan İskelesi Yolu kitabını çok severim. Dönemin işçilerinin hayatı hakkında bayağı vurucu gözlemler aktarıyor.

      Beğen

Yorum bırakın